AYAKKABI PAZARLAMACISI



Ayakkabı üretip pazarlayan bir şirket, yıllar önce, pazar araştırması yapmaları için Afrika’ya iki elemanını göndermiş. 

KAYIKÇININ KÜREĞİ




Yıllar önce Amerika’da yaşlı bir kayıkçı Misisipi Nehrinin bir yakasından öteki yakasına yolcu taşıyarak geçimini sağlıyordu.

ACILAR VE HUZUR






Acınız, anlayışınızı kaplayan kabuğun kırılmasıdır.

TUZ VE SU





Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi.

KENAR MAHALLE









Bir profesör sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yaşayan 200 erkek çocuğunun durumlarını araştırmaları ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti.

AKLIN ÜSTÜNLÜĞÜ





İnşaat sahasındaki güçlü adam, herkesi yenebileceğini söyleyip yaşlı işçilerden biriyle sürekli dalga geçmektedir. 

HANGİSİ KAZANACAK?





Cherokee kabilesinin yaşlılarından biri torunlarına eğitim veriyordu.
Onlara dedi ki: İçimde bir savaş var.

KURBAĞALARIN YARIŞI



Günlerden bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Kurbağalar da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar.

RESSAM



Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş.

BOZUK SİMİT PARALARI VE CENNET



Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantaların koydular zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar.

IŞIĞI YAYMAK




Genç bir adam orta halli bir şehirde kendi işini kurmuştu. Şehrin caddelerinden birinde, bir perakende dükkânıydı açtığı. Fakat kendisi hem dürüst, hem de dost canlısı olduğundan; fazla kâra da tamah etmeyip dükkânındaki malları biraz ucuza sattığından kısa zamanda şehirdeki herkesin uğrak yeri haline gelmişti dükkânı. Zaman içinde dükkânının ünü o kadar yayıldı ki, civar şehirlerden olup yolu bu şehre düşen hemen herkes de ona gelip alışveriş yapmaya başlamıştı.
Gelen giden, “Ne zaman bizim oralarda dükkân açmayı düşünüyorsunuz?” diye sorduğundan, sermayesi çoğaldığında genç adam civar şehirlere de yaymaya başladı işini. Sonra başka şehirler derken, büyük bir marketler zincirinin sahibi haline geldi.

Ancak, bu arada, onca seneler geçmiş, bizim genç perakendeci yavaş yavaş bir ayağının çukurda olduğunu hissettiği senelere gelmişti. Nitekim bir gün şiddetli bir rahatsızlık geçirip apar topar hastaneye kaldırmışlardı kendisini.

Doktorların müdahalesi işe yaramış gözüküyordu. Ama adam ölümünün iyice yakın olduğunu düşünmeye başlamıştı hastane odasında.

Hastanede kaldığı günlerden birinde, onun yokluğunda işleri götürmeye çalışan her üç oğlunu yanına çağırdı adam. Artık yaşlandığından, Allah’ın ona daha uzun seneler yaşamayı nasip etmesi mümkün olduğu gibi yakın zamanda ölmesinin de pekâlâ mümkün olduğundan başlayarak, aklı başında her yaşlının söylediği birtakım cümleleri sıraladıktan sonra:

“Üçünüz de benim oğlumsunuz” dedi. “İçinizden hangisi şirketimizin başına geçecek, buna karar vermem zor. Ben öldükten sonra da bu yüzden birbirinizle kötü olmanızı hiç istemiyorum. O yüzden, hanginizin işin başında olmayı hak ettiğine karar vermek için sizi sınamaya karar verdim. Üçünüze de on dolar vereceğim. Şimdi gidip yalnızca bu on dolarla öyle bir şey alacaksınız ki, akşam getirdiğinizde şu odamı bir uçtan bir uca dolduracak. Haydi, şimdi yola düşün bakalım.”
Çocuklar, babalarının yanından ayrıldılar ve her biri ayrı bir sokaktan yola koyulup alacakları şeyi düşünmeye başladılar.
Akşam geri döndüklerinde babaları:
“Evlatlarım, on dolarla ne yaptınız?” diye sorduğunda, birinci çocuk:
“Arkadaşımın çiftliğine gittim, on dolarımı verdim ve ondan iki balya saman aldım” diye cevap verdi ve odadan dışarı çıkıp aldığı samanları içeri getirdi, çuvalı açtı ve samanları havaya savurmaya başladı. Odanın her tarafı bir anda samanla doldu. Ama az sonra samanların tamamı yere indi ve böylece, bu oğlunun babasının istediği şekilde odayı bir uçtan öbür uca dolduramadığı görülmüş oldu.
Bunun üzerine, adam ikinci çocuğuna yönelip:
“Peki oğlum,” dedi, “sen paranla ne yaptın?”
Çocuk:
“Yorgancıya gittim. Ondan on dolarlık kuştüyü aldım” diye cevap verdi ve çuvalını içeri getirip içindeki bütün tüyleri savurmaya başladı. Birkaç dakikalığına neredeyse bütün oda tüylerle doldu, ama samanlar gibi tüyler de yavaş yavaş yere indiler ve böylece bu çocuğun da odayı dolduramadığı görülmüş oldu.
Sıra, son çocuğa gelmişti. Hasta yatağında hafifçe doğrulan adam:
“Sen evladım” dedi ona, “Sen paranı ne yaptın?”
Çocuk, “Babacığım!” dedi, “On dolarımı cebime koyup, senin yıllar önce açtığın ilk dükkâna benzeyen küçük bir dükkâna gittim. Dükkânın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Sonra, beş dolarını bir hayır kurumunun kumbarasına bıraktım, dört dolarıyla yolda gördüğüm iki muhtaç insana yiyecekleri bir şey alıp verdim, kalan bir dolarla da iki şey aldım.”

Bunu der demez, elini cebine atıp bir çakmak ve bir mum çıkardı çocuk. Odanın lambasını kapatıp mumu yakınca, bütün oda mumun yaydığı ışıkla doldu. Saman veya tüy on dolarla odayı doldurmaya yetmemişti, ama bir dolara alınan mum ile çakmak bütün odayı bir uçtan öbür uca ışıkla doldurmuştu.

Bunun üzerine, memnun bir yüz ifadesiyle, “Çok iyi oğlum!” dedi baba. “Benden sonra işlerimin ve ailemin başında sen olacaksın. Çünkü hayata dair çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı öğrenmişsin.”

DENEMEYİ GÖZE ALMA CESARETİ




 Kral maiyetini önemli bir görev için sınamak istemiş. Birçok güçlü ve akıllı adam etrafına toplanmış. Kral onları bugüne kadar görüp görecekleri en kocaman kapının önüne getirerek şöyle söylemiş: "Siz akıllı insanlar, benim bir sorunum var ve hanginizin bunu çözebileceğini görmek istiyorum. Burada krallığımdaki en büyük ve en ağır kapıyı görüyorsunuz. Hanginiz bunu açabilirsiniz?"
Saray mensuplarından bazıları açamayız der gibi başlarını sallamış. Diğerleri, çevresindekilere göre daha akıllı sayılanlar, kapıyı daha yakından incelemiş, fakat onlar da açamayacaklarını kabul etmişler. Bu akıllı insanlar böyle söyleyince saraylılar sorunun çözülemeyecek kadar zor olduğunda fikir birliğine varmışlar.

Sadece bir vezir kapının yanına giderek onu şöyle bir gözden geçirmiş ve elleriyle yoklamış, açmak için çeşitli yolları denemiş, en sonunda kuvvetle yüklendiğinde ağır kapı açılmış. Meğer kapı zaten tam kapalı değilmiş ve açmak için deneme isteği ve yüreklilikle davranma cesaretinden başka bir şey gerekmiyormuş.

Kral vezire şöyle demiş:"Sadece gördüğün ve işittiğine bağlı kalmadan, kendi gücünü devreye soktuğun ve denemeyi göze aldığın için saraydaki görevi sen alacaksın.

HAYALLERİNİZİ ERTELEMEYİN



Frederick Smith 1944 yılında Mississipi"de doğmuştur. Erken yaşta babasını kaybetmiş, kendisi de küçük yaşta kemik hastalığına yakalanmıştır. Yale Üniversitesi'ne gittiği zaman, öğrencilerden ilerde ne yapmak istedikleri konusunda bir ödev hazırlamaları istenmişti. Frederick, Amerika"yı kapsayan bir dağıtım ağı kurmayı tasarladığını yazdı. Bu ödevi gören profesörü, onun kâğıdına bakınca kafasını sallayarak, "Olanaksız bir şey düşünüyorsun" dedi ve kırık not verdi. Frederick, Yale"den mezun olduktan sonra Vietnam"da çarpışan Amerikan birlikleri arasında uçakla iki yüzden fazla sefer yaptı.

KARAR VERMEK İÇİN ACELE ETMEYİN





Öykü ünlü Çin düşünürü, Taoizm'in iki kurucusundan biri olan Lao Çu'nun (Lao Tzu) devrinde geçer. Lao Çu bu öyküyü çok sever, sık sık anlatırmış.
Efendim köyde yaşlı bir adam varmış. Çok fakir. Ama imparator bile onu kıskanırmış… Öyle dillere destan beyaz bir atı varmış ki... İmparator at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu at, bir at değil benim için... Bir dost… İnsan dostunu satar mı?" dermiş hep...
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok... Köylüler ihtiyarın başına toplanmış... "Seni ihtiyar bunak... Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. İmparatora satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler…
İhtiyar, "karar vermek için acele etmeyin" demiş. Sadece 'at kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu… Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç! Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez..."
Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan iki hafta geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi başına. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler. "Babalık" demişler. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu! Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç… Birinci cümlenin ilk kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu ihtiyar sahiden normal değil" diye düşünmüşler… Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara…
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun uzun süre yürüyemeyecek. Sana bakacak başkası da yok... Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.
İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu... Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru… Hayat böyle küçük parçalar halinde ilerler ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez..."

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. İmparator son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yok gibiymiş; giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes adeta biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.
"Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer."
"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu sadece Allah biliyor."
Bir yol biter yenisi başlar.
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış, etrafına anlattığında: "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Oysa yolculuk asla sona ermez. Bir yol biterken, yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, bir başkası açılır.

ŞEMSİYE TAMİRCİSİ









Gezginci bir şemsiye tamircisi yol kenarında oturmuş işini yapıyordu

FIRSATLAR BEKLETİLMEYE GELMEZ




Hafta sonu gölde balık tutan genç bir adamın oltasına, her zamankinden farklı türde bir balık takılır.

BİLGECE BİR VASİYET





Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu çağırarak,

İNANMAK




Köyün birinde kuraklık olmuş… Ne tarlaları canlandıracak, ne de hayvanların içebileceği bir damla su varmış… Tam bir kuraklık havası hâkimmiş. 

SIR KASADA DEĞİL YÜREKTEDİR!




İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

BAŞARININ SIRRI




Tarihte şöyle anlatılır... Bir savaşta komutanın ordusu savaşı kaybeder ordu dağılır.

KENDİNİZE ENGEL OLMAYIN



1950"li yıllarda kamuoyunda; doktorların araştırmalarına dayanarak "bir mil dört dakikanın altında koşulamaz, bu insan fizyolojisi açısından mümkün değildir" yargısı vardı.

ÇOCUĞUM VE BEN




Bir gün çocuğum doğdu. O dünyaya geldiğinde, yetişmem gereken uçaklar ve ödenmesi gereken faturalar ile meşguldüm. 

Google'ın İlginç Başarısı



 Teknoloji devi Google'ın başından geçen anlamlı ve bir o kadar da ilginç olayı paylaştığımız yazımız ile sizleri baş başa bırakıyoruz.

E-Mail Adresi



 Güzel ve anlam dolu bir hikaye ile kaldığımız yerden devam ediyoruz.

İki Fincan Kahve ve Kavanoz




Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve 2 Fincan Kahveyi hatırlayınız!

Görmüyordu, Duymuyordu Ama İnsanlığa Işık Oldu






Renklerden ve seslerden mahrum bir çocuktu Helen Keller.
Tüm insanlık için insan beyninin ne büyük mucizeler yarattığının canlı örneğiydi.

“Hat Sanatını Tanısaydım, Ressam Değil Hattat Olurdum!” Picasso

Bunları Biliyor musunuz?


Deniz kobrası, dünyanın en zehirli yılanıdır.
Filler zıplamayan tek memelilerdir.
Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.
2 bin 600 kurbağa cinsi vardır.
Bir sineğin, saatteki hızı 8 km’dir.
Yunuslar, gözleri açık uyurlar.
Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.
Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.
İnek sütünün pH değeri 6’dir.
Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir.
Dalmaçyalılar gut olmayan tek köpek cinsidir.
Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur.
Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar.
Köpeklerin ter bezleri ayaklarındadır.
Kaydedilen en uzun tavuk uçuşu 13 saniyedir
Eşeklerin gözleri dört ayaklarını da görebilecek şekildedir.
Kedilerin her bir kulağında 32 adale vardır.
Kutup ayıları solaktır.
Zürafalar 35 cm. uzunlukta siyah bir dile sahiptirler.
Baykuş, mavi rengi görebilen tek kuştur.
Develerin üç tane kaşı vardır.
Kirpiler suyun üzerinde batmadan kalırlar.
Istakozların kanı mavi renktedir.

Kaynak. www.gencgelisim.com